Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu Kararları Işığında
Kamulaştırmasız El Atma Tanımı ve Hukuki Niteliği
Av. Arb. Hasan DURUL
GİRİŞ
İnsanoğlu gelişen dünya düzenine göre daha yaşanılabilir ve toplumun ihtiyaçlarına cevap verebilecek kentler inşa etmeyi amaçlamıştır. Bu amaç, bazı yasal düzenlemeleri beraberinde getirmiş; birtakım haklar üzerinde el koyma ve kısıtlamaları kaçınılmaz kılmıştır. Anayasamızın 46. Maddesinde “Kamulaştırma” başlığı altında yer alan ve 03.10.2001 Tarih, 4709 Sayılı Yasanın 18 md. ile değişik “Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.” Şeklinde düzenlenmiştir. Özel mülkiyete konu olan taşınmazların Anayasada da açıkça düzenlenen kamulaştırma kavramına uygun şekilde, kamu yararının gereklerine ve kanunda gösterilen esas ve usullere göre kamulaştırılması gerektiği ortadadır. Bu nedenle çalışmamızda öncelikle kamulaştırma kavramını, kamulaştırma kavramının unsurları olan mülkiyet hakkı, kamu yararı ve yasada belirtilen esas ve usullere uyulması durumu hususlarını kısa şekilde açıklayamaya çalışacağız.
İdare tarafından yasada belirtilen esas ve usullere uyulmaması ile özel mülkiyete konu taşınmazlar üzerinde yapılan kısıtlamalar nedeniyle, uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış ve Türk Hukukunda da benimsenmiş mülkiyet hakkı zedelenmektedir. İdarenin, özel mülkiyete konu taşınmazlar üzerinde yaptığı bu kısıtlamalar, kamulaştırmasız el atmayı oluşturmaktadır. Kamulaştırmasız el atma genel hatlarıyla, idarenin kamu hizmetini yerine getirebilmesi için ihtiyaç duyduğu taşınmazlara anayasa ve yasalarla düzenlenen usule uymayarak el atması şeklinde tanımlanabilir. Çalışmamızda kamulaştırmasız el atma olgusunu tanımlamaya, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu kararları ve diğer Yüksek Mahkeme içtihatları ile bu olgunun hukuki niteliğini ve özelliklerini açıklamaya çalışacağız.
I-KAMULAŞTIRMA
Kamulaştırma; özel mülkiyete konu olan bir taşınmaza; devlete ait kurum ve kuruluşlarca kamu yararı ilkesi çerçevesinde el konulması ya da irtifak kurulması işlemi olarak tanımlanabilir. Anayasamızın 46. Maddesinde “Kamulaştırma” başlığı altında yer alan ve 03.10.2001 Tarih, 4709 Sayılı Yasanın 18 md. İle değişik “Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.” şeklinde düzenleme ile kamulaştırma kavramının yasal dayanağını ortaya koymuştur[1].
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu bir içtihadında kamulaştırmanın bir haksız fiil olmadığını açıkça niteleyerek Anayasaya uygun bir müessese olduğunu ortaya koymuştur. Bu nedenle, burada idare ile mal sahibi arasında bir sözleşme ya da akdi bir işlemin varlığının mümkün olmadığını dile getirmiştir. Öyle ki kamulaştırma eyleminde var olan tarafların iradelerinin ortaya konması değil, idarenin kamu yararı gözeterek meydana getirdiği tek taraflı bir idari işlemdir[2].
1-Mülkiyet Hakkı
Kamulaştırma işleminin en önemli unsurlarından biri, özel mülkiyete konu bir taşınmazın kamulaştırma yapmaya yetkili idare tarafından müdahaleye maruz kalmasıdır. Mülkiyet hakkı, gerçek ya da tüzel kişilerin sahip olduğu şeyler üzerinde istedikleri gibi ama sadece kamu yararının gerektirdiği sınırlamalar dikkate alınmak kaydıyla tasarruf yetkisi sağlayan bir haktır.
Tarihin eski çağlarına dayanan ve bilindiği kadarıyla Roma Hukukundan bu yana korunan bir hak olan mülkiyet hakkı, bir insan hakkı olması nedeniyle hukuk sistemimizde ve uluslararası metinlerde güvence altına alınmıştır. Anayasanın “Mülkiyet Hakkı” başlığını taşıyan 35’inci maddesi; “Herkes, mülkiyet ve miras hakkına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz” hükmünü içermekte olup, anılan madde hükmüyle “mülkiyet hakkı” Anayasal bir kurum olarak; diğer temel haklar gibi ve onlar derecesinde düzenlenmiş ve Anayasa güvencesine bağlanmıştır. Bu hak ayrıca, normlar hiyerarşisine uygun olarak 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 683 ila 778 inci maddeleri arasında da düzenlenmiştir[3]. Malik sıfatını taşıyan gerçek ve tüzel kişiler, bu Anayasal ve yasal güvencelerden yararlanırlar ve bunu her zaman ileri sürebilirler. Bu hak, hukuk devletinin gereğidir.
Öte yandan, Anayasamızın 90/5. maddesi gereği iç hukukumuzun bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne Ek 1 sayılı Protokolün (Paris, 20.03.1952) “mülkiyetin korunması” başlığını taşıyan 1’inci maddesinde; “Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve Uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir” denilmek suretiyle mülkiyet hakkı, uluslararası nitelikte garanti altına alınmıştır[4].
Mülkiyetin unsurlarını belirten TMK.’nun 683’üncü maddesi şu şekilde düzenlenmiştir; “Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.”Ayrıca 10 Aralık 1948 Tarihli Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 17. Maddesinde yer alan, “1. Herkesin tek başına veya başkalarıyla ortaklaşa mülkiyet hakkı vardır. 2. Hiç kimse keyfi olarak mülkiyetinden yoksun bırakılamaz” şeklinde bir hüküm ile mülkiyet hakkı, saygı gösterilmesi zorunlu temel insan hak ve özgürlükleri arasında sayılmıştır[5].Ancak bu hak, mülkiyetin kamu yararı amacıyla sınırlandırılmasına engel değildir. Türk Hukuku’nda özel mülkiyet benimsenmiş olmakla birlikte Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkının kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlanabileceği ve bu hakkın toplum yararına aykırı kullanılamayacağı düzenlenmiştir.
2-Kamu Yararı
Kamu yararı, temelde kişiye ilişkin değil, kişilerin bir arada yaşayarak oluşturdukları toplumun varlığını sürdürmesine ilişkin bir olgudur. Toplumun düzeninin temelini oluşturan kişilerin çıkarlarının doğrudan ve dolaylı olarak korunması kamu düzenini oluşturacaktır. Kamu yararı kavramı belirtilirken tek tek unsurların belirtilmesi mümkün değildir. Kamu yararı kavramı somut duruma göre değerlendirilmesi gereken bir olgudur. Öyle ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında kamu yararının var olup olmadığını devletlerin kendi içinde belirtmesi gerektiğini hüküm altına almıştır.
Kamu yararının toplum çıkarlarını koruması için bazen kişilerin haklarının ve mülkiyetleri üzerindeki yetkilerinin sınırlandırılması gerekir. Yasa hükümlerinin uygulanması noktasında kamu yararıyla kişilerin çıkarları arasında doğrusal bir ilişki mevcuttur. Toplumun faydasının en üst düzeye çıkartılması ve sosyal adaletin sağlanması amacıyla kişi çıkarlarının sınırlandırılması kamu yararının temel ilkesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
3-Kanunda Gösterilen Esas ve Usullere Göre Yapılması Durumu
Anayasamızın 46. Maddesinde açıkça düzenlendiği üzere yasalarla ve uluslararası sözleşme ve bildirilerle güvence altına alınmış mülkiyet hakkı sadece kamu yararının varlığı halinde kısıtlanabilir. Başlı başına sadece kamu yararının varlığı yapılmış ya da yapılacak işlemin hukuka uygun bir kamulaştırma olacağı sonucunu doğurmamaktadır. Bu nedenle kamulaştırmanın, anayasada ana hatlarıyla diğer kanunlarla da somut şekilde gösterilen esas ve usullere göre yapılması gerekmektedir.
Kamulaştırmada izlenecek usul, özetle ve basit hatlarıyla şu şekilde sıralanabilir: İdare tarafından yeterli ödeneğin temini, kamu yararı kararının alınması ve onaylanması, ilgili taşınmazların belirlenmesi ve kamulaştırma kararının alınması, satın alma usulünün denenmesi, satın alma usulünün gerçekleşmemesi halinde taşınmazın bulunduğu Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından taşınmazın bedelinin tespiti ve idare adına tesciline karar verilmesi[6].Bu usule uyulmadığı takdirde yapılan kamulaştırma işlemi kanuna aykırı olması nedeniyle davaya maruz kalacak ve işlemin iptali kaçınılmaz olacaktır.
B-KAMULAŞTIRMASIZ EL ATMA
İdare tarafından yapılan her işlemin kanuna uygun olması zorunludur. Doktrinde yönetimin yasallığı şeklinde tanımlanan bu kurala göre idare, yasal dayanağı olmayan hiçbir işlem yapamaz. Mülkiyet hakkının yasalarla ve uluslararası anlaşmalarla güvence altına alındığı açıktır. Kamulaştırmanın ise nasıl ve hangi yasal dayanaklara göre yapılacağı konusunda şüphe yoktur. Bunun aksi bir işlemin meydana gelmesi halinde idarenin sorumluluğu ortaya çıkacaktır[7].
İdare tarafından, kanunda belirtilen usul ve esaslara uyularak kamulaştırma yapılabilecekken, bu esas ve usullere uyulmadan işlem yapıldığı durumlarda mevcuttur. Kamulaştırmasız el atma olgusu işte tamda burada bir hukuki gerçeklik olarak karşımıza çıkmaktadır.
1-Tanımı ve Özellikleri
Kamulaştırmasız el atma adıyla hukuk dünyamıza giren bu olgunun ilk çıkış noktası Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu E.1956/1 K. 1956/6 ve T.16.05.1956 sayılı kararlarıdır. Bu Yargıtay Kararına göre “…usulüne tevfikan istimlak edilmeden yola kalbedilen gayrimenkul malikinin mülkiyet hakkı zeval bulmayıp devam ettiğine ve malik de üzerindeki mülkiyet hakkının amme hükmi şahsiyetine devrine muvafakat ettiği gayrimenkulünün bedelini istediğine göre bu bedelin gayrimenkulünün mülkiyetinin amme hükmi şahsiyetine devrine muvafakat ettiği tarih olan dava tarihindeki bedel olması lazım geldiğinde de reylerin birleştiği görülmüştür.” şeklinde hüküm tesis edilmiş ve usulüne uygun kamulaştırma (istimlak) olmaması halinde mülkiyet hakkına dair nasıl bir hukuki düzenleme olacağı karara bağlanmıştır[8]. Karar hükmünden de açıkça görüldüğü üzere idare tarafından taşınmaza fiilen el konulması, malikin taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkını sona erdirmeyecektir. Mülkiyet, malikin onayıyla veya mahkeme kararı ile kamulaştırılarak sona erecektir. Kamulaştırma işlemi olmamasına rağmen taşınmazına el konulan malik bu duruma ya rıza gösterir ya da kamulaştırma bedelini idareden talep eder.
Yine Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu E.1954/1 K. 1956/7 ve T.16.05.1956 sayılı kararı ile “…istimlak edilmeksizin, yola kalbedilen malikin mülkiyet hakkı zeval bulmayıp baki kaldığı cihetle bu hakkına dayanarak her vakit meni müdahale davası açabileceği gibi, bunun yerine mülkiyet hakkının gayrimenkulünü yola kalbeden amme hükmi şahsiyetine devrine razı olarak, gayrimenkulünün bedelini de dava edebilir. Dava edeceği bedel gayrimenkulü üzerinde mülkiyet hakkının devrine karşılık olduğuna göre de mülkiyet hakkına dayanılarak açılacak olan bir davada müruruzamanın bahis mevzuu olamıyacağı ve bu itibarla da hadisede Borçlar Kanununun altmışaltıncı maddesinin tatbik edilemeyeceği neticesine varılmıştır.” şeklinde hüküm tesis ederek mülkiyet hakkı ihlal edilen malikin, idare tarafından kamulaştırma kararı olmaksızın müdahale edilen taşınmazına ilişkin müdahalenin meni davası açabileceği gibi taşınmazının bedelini idareden isteyerek, taşınmazın devrini gerçekleştirmeyi talep edebileceği hüküm altına alınmıştır[9].
Bu içtihatlar ışığında ortaya çıkarak olgunlaşan kamulaştırmasız el atma, özel mülkiyete konu taşınmaza hukuki bir dayanak olmaksızın kalıcı şekilde ve sahip olma amacıyla taşınmaz malikine mülkiyet hakkının sağladığı kullanma, yararlanma ve tasarruf haklarından istifade etmesinin kamulaştırma yetkisine sahip idare tarafından kısmen veya tamamen kısıtlanması olarak tanımlanabilir[10].
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu kararlarıyla inşa edilmiş kamulaştırmasız el atma kavramında ilk bahsedilen olgu idarenin taşınmaza el atması ile mülkiyet hakkının son bulmayacağının belirtilmesidir. Yüksek Mahkeme burada kutsal mülkiyet hakkını kesin ve net bir dille korumuştur. Sonrasında korunan mülkiyet hakkının getirmiş olduğu yetkiye dayanarak malik olan kişinin el atmanın önlenmesini talep edebileceğini kararda açık şekilde dile getirmiştir. Böylece kamulaştırma işlemi yapılmaksızın taşınmazına el atılan kişinin haklarının temel dayanağı ortaya çıkmıştır.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu kararlarında ayrıca idarenin yapmış olduğu bu işlemin hukuka uygun bir kamulaştırma işlemi olmaması nedeniyle bir haksız fiil eylemi olduğu belirtilmiştir. Bu haksız fiile karşı mülkiyet hakkı zedelenen kişinin her zaman haksız fiilin sonlandırılmasını talep edebileceğini hükme bağlamıştır. Bu süreçte karşımıza çıkabilecek önemli bir sorun olan haksız fiile karşılık olarak talep edilecek bedelin ne olacağı ve nasıl talep edilebileceği durumunu da Yüksek Mahkeme bu kararlarında düzenlemiştir. “…Dava edeceği bedel gayrimenkulü üzerinde mülkiyet hakkının devrine karşılık olduğuna…” şeklinde tanımla istenecek bedelin taşınmazın haksız fiile uğraması nedeniyle açılmış dava tarihi itibariyle rayiç bedel olması gerektiğini belirtmiştir. Bununla birlikte bu bedelin ödenmesi halinde mülkiyet hakkının devrinin gerekeceğini de net bir şekilde ifade etmiştir.
1956 yılında verilmiş iki kararla kamulaştırmasız el atmanın; mülkiyet hakkını zedeleyen bir olgu olduğu, mülkiyet hakkı zedelenen malikin bu müdahalenin menini isteyebileceği, burada yapılmış işlemin idarenin bir haksız fiili olduğunu, idare tarafından yapılan işleme karşılık malikin bir bedel talebi de olabileceğini, bu bedelin gayrimenkulün rayiç bedeli olacağını ve bu rayiç bedelin mülkiyet hakkının devrine esas alınabileceği hususları açığa kavuşmuştur.
Kamulaştırmasız el atma davasının hangi Mahkemede görülmesi gerektiği 1956 yılında verilmiş kararlarda sarih şekilde düzenlenmemiştir. Bununla birlikte Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu 11.02.1959 gün ve 1958/17 Esas, 1959/15 Karar olan ilamında kamulaştırmasız el koyma kavramı “İdarenin kanunsuz bir hareketi” olarak tekrar tanımlanmış ve bu eylemden kaynaklanan davaların Medeni Kanun hükümlerine giren mülkiyete tecavüzün önlenmesi veya haksız fiil neticesinde meydana gelen zararın tazmini davası mahiyetinde olduğu ve bu bakımdan adli yargının görevli olduğu kabul edilmiştir.
Doktrindeki bir tanımla, kamulaştırmasız el atma, idarenin bir eylemi sırasında, özel ya da tüzel kişilerin sahip olduğu bir taşınmaza, hukuka aykırı bir şekilde el atması ve bu el atmanın kamu hizmetlerinin sürekliliği ilkesi uyarınca vazgeçilmez olması durumlarında söz konusu olmaktadır[11].
1956 sayılı yılındaki yüksek mahkeme içtihatlarıyla ortaya çıkan kamulaştırmasız el atma deyiminde taşınmaza sadece fiili olarak el atılması hususu söz konusuydu. İdare, başkasına ait bir taşınmaz üzerinde bu şekilde tesis veya bina inşa ederek, yol veya park yaparak ve benzeri eylemleri gerçekleştirerek o taşınmaza fiilen el atmış olmaktaydı. Kamulaştırmasız el atmanın oluşması için de, bu şartlardan birinin varlığı gerekli görülmekteydi. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas:2010/5-662 Karar:2010/651 Tarih:15/12/2010 sayılı kararıyla birlikte kamulaştırmasız el atmanın varlığı için mutlaka fiili bir el atmanın gerekli olmadığını, idarenin taşınmaza fiilen müdahalesi olmasa dahi mülkiyet hakkının sağladığı hak ve yetkilerin tamamının veya bir kısmının engellenip engellenmediğinin araştırılması gerektiğini düzenlemiştir. Kararda idarenin, imar planlarını süresi içinde fiilen hayata geçirmeyerek, idari işlem tesis etmeyerek taşınmaza ilişkin mülkiyet hakkının özüne dokunduğu ve bu sebeplerle kamulaştırmasız el koyma hükümleri doğrultusunda sorumlu olduğuna hükmedilmiştir[12].
İdare uzunca bir dönem sadece fiilen taşınmaza el koyması halinde sorumlu tutuluyordu. Ortada idari bir kararın ya da idari bir tasarrufun olmadığı haller, aslında idare hukukunda çok da karşımıza çıkan bir durum değildir. Bununla birlikte idarenin hareketsiz kaldığı, bir işlem ya da fiili harekette bulunmadığı durumlar da bazen idare hukukunun içinde değerlendirilmektedir. Öyle ki, hukuken bir işlem tesis etmesi ya da bir eylemde bulunması gerekmesine rağmen idare, bu işlemi veya eylemi yerine getirmiyorsa; bu durumun da idari bir tasarruf olarak nitelendirilmesi gerekecektir[13]. Danıştay da emsal niteliğindeki kararında aynen şöyle demektedir; “İdari işlemler, idari makam ve mercilerin idari faaliyetleriyle ilgili alanda, idare hukuku çerçevesinde, tek taraflı irade açıklamasıyla hukuk aleminde sonuç doğması kesin ve yürütülmesi zorunlu nitelikteki tasarruflarıdır. Temelinde bir idari karar veya işlem olmayan, fizik alanında görülen iş, hareket, ameliye ve çalışmalar ile idarenin hareketsiz kalması ise, idari eylem olarak adlandırılmaktadır. İdari işlemler, hukuk aleminde değişiklik yapan, yenilik doğuran irade açıklamalarını yansıtmakta iken; idari eylemler, esas olarak maddi alemde değişiklik ve yenilik meydana getirmekte, sadece ilgililerin hak ve yetkilerini kullanmaları koşuluyla hukuki etki ve sonuç doğurabilmektedir.” Bu bağlamda, idare bir işlem tesis ederek ve fiilen taşınmaza el atarak sorumluluk altında olduğu gibi idarenin bir işlemi tesis etmeyerek de sorumlu olacağı açıktır[14].
Taşınmaz üzerinde herhangi bir fiili el atma olmamasına rağmen söz konusu taşınmaz imar plânında yeşil alan, park yeri, koruya katılacak alan gibi belirlenmiş veya başka bir kamu hizmetine özgülenmiş olabilmektedir. Bu gibi durumların varlığında taşınmaz malikinin mülkiyet hakkından doğan yetkilerinin kısıtlanmış olacağı açıktır[15]. Burada da kamulaştırmasız el atmanın söz konusu olduğu yüksek mahkeme içtihatlarıyla vücut bulmuştur.
Bu karar doğrultusunda kamulaştırmasız el atmayı, idarenin kamu yararının varlığı halinde ihtiyaç duyduğu taşınmazları kanunda belirtilen kamulaştırma usul ve esaslarına uymaksızın veya kamulaştırma işlemine başlamakla birlikte bu işlemi sonuçlandırmaksızın, kişilere ait taşınmazlara fiili olarak el atması veya taşınmaza fiili olarak el atmasa dahi mülkiyet hakkının vermiş olduğu yetkileri kanunda öngörülenin üzerinde aşırı sınırlaması şeklinde tanımlayabiliriz[16].
2-Hukuki Niteliği
Kamulaştırmasız el atmanın, idarenin haksız fiili neticesinde meydana gelen zararın tazmini davası olduğu kanısındayız. Kamulaştırmasız elatma halinde kamulaştırma işlemini yapmaya yetkisi olan idare, Kamulaştırma Kanununa uygun hareket etmeden, kişinin taşınmazına fiilen el koymuş ya da fiilen el koymasa bile mülkiyet hakkının vermiş olduğu yetkileri kanunda öngörülenin üstünde aşırı şekilde sınırlamış olması sebebiyle yasal dayanağı olmayan bir eylemde bulunmuştur. Bu bakımdan açılan dava, mülkiyete tecavüzün önlenmesi veya haksız fiil neticesinde meydana gelen zararın tazmini davası niteliğinde olacaktır[17].Öyle ki Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu kararlarının birinde “İstimlaksiz el atma halinde amme teşekkülü İstimlak Kanununa uygun hareket etmeden ferdin malını elinden almış olması sebebiyle kanunsuz bir harekette bulunmuş durumdadır ve bu bakımdan dava, Medeni Kanun hükümlerine giren mülkiyet tecavüzün önlenmesi veya haksız fiil neticesinde meydana gelen zararının tazmini davasıdır ve bu bakımdan adliye mahkemesini vazifesi içindedir…”şeklinde hüküm tesis etmiştir[18].
Kamulaştırmasız el atmanın haksız fiil niteliğinde olmasının hukuki nedenini ise şu şekilde açıklayabiliriz, idarenin kamulaştırma ile elde edeceği sonuca, kamulaştırma işleminin kanunda belirtilen usul ve esaslara uymadan ulaşmak istemesidir. Kamulaştırma Kanunu, kamulaştırma işleminin hangi koşullar altında yapılacağını ve kamulaştırma yapılırken idarenin uyacağı şekli koşulları açık şekilde düzenlemiştir. Kanunen öngörülen şartlara uyulmadan özel mülkiyete konu bir taşınmaza fiilen el atılması veya taşınmaza fiili olarak el atılmasa dahi mülkiyet hakkının vermiş olduğu yetkileri kanunda öngörülenin üzerinde aşırı sınırlaması halinde karşımıza idarenin haksız bir fiili niteliğinde olan kamulaştırmasız el atma kavramı çıkmaktadır[19].
KAYNAK
AKBULUT, Emre, “Kamulaştırmadan Kaynaklanan Tam Yargı Davalarına Danıştay’ın Yaklaşımı ve Alternatif Çözüm Önerisi” Türkiye Adalet Akademisi Dergisi Yıl:5, S:19 Ekim 2014
AVCI, Mustafa, “Türk Hukukunda Kamulaştırmasız El Atma Sorununa Bir Bakış” İzmir Barosu Dergisi Ocak 2015
ÇABRİ, Sezer, “Kamulaştırmasız El Atma Kavramının Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 15.12.2010 Tarihli Kararı Doğrultusunda Tanımlanması”, Erzincan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi
GİRİTLİ, İsmet / BİLGEN, Pertev / AKGÜNER, Tayfun / BERK, Kahraman, İdare Hukuku, Der Yayınları, 4.Baskı, İstanbul, 2011
KULAKLI, Emrah, İmar Kısıtlılığı ile Arazi ve Arsa Düzenlemesinden Doğan Taşınmaz Mülkiyeti Kısıtlamaları, İstanbul 2014 (Yayınlanmamış Doktora Tezi)
KULAKLI, Emrah, “İdari Yargının Görevli Olduğu Kamulaştırmasız El Atma Davalarında Taşınmazın Tescili Sorunu” Medipol Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi 2 (1) Bahar 2015
Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı Sürüm:6.0.1
TUTAL, Erhan, “Kamulaştırmasız El Atma Davalarında Yargılama Sürecindeki Son Gelişmeler”, Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi
[1]Türkiye Cumhuriyeti Anayasası Kanun Numarası:2709 Kabul Tarihi:18/10/1982 Yayımlandığı Resmî Gazete: Tarih:9/11/1982 Sayı:17863
[2] Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu Esas:1988/4 Karar: 1989/3 Karar Tarihi: 20.10.1989 sayılı ilamı – Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı Sürüm:6.0.1
[3]Türk Medeni Kanunu – Kanun Numarası:4721 Kabul Tarihi:22/11/2001 Yayımlandığı R.G. Tarihi:8/12/2001 Sayı:24607
[4] Resmi Gazete Tarihi: 19/03/1954 Resmi Gazete Sayısı: 8662 Kabul Tarihi ve Yeri: 04.11.1950, Roma Geçerli Dili: İngilizce ve Fransızca Depositer: Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Türkiye’nin İmza Tarihi: 20.03.1952 Onay Şekli: Onay Kanunu
[5]Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 10 Aralık 1948 tarih ve 217 A(III) sayılı Kararıyla ilan edilmiştir. 6 Nisan 1949 tarih ve 9119 Sayılı Bakanlar Kurulu ile “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin Resmi Gazete ile yayınlanması yayımdan sonra okullarda ve diğer eğitim müesseselerinde okutulması ve yorumlanması ve bu Bildirge hakkında radyo ve gazetelerde münasip neşriyatta bulunulması” kararlaştırılmıştır. Bakanlar Kurulu Kararı 27 Mayıs 1949 tarih ve 7217 Sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmıştır.
[6] TUTAL, Erhan, “Kamulaştırmasız El Atma Davalarında Yargılama Sürecindeki Son Gelişmeler”, Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi s. 1108
[7] ÇABRİ, Sezer, “Kamulaştırmasız El Atma Kavramının Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 15.12.2010 Tarihli Kararı Doğrultusunda Tanımlanması”,Erzincan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. XV, S. 1–2, Erzincan 2011, s. 79
[8]T.C. YARGITAY İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu, T. 16.5.1956, E. 1956/1, K. 1956/6 sayılı kararı – Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı Sürüm:6.0.1
[9]T.C. YARGITAY İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu, T. 16.5.1956, E. 1954/1, K. 1956/7 sayılı kararı – Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı Sürüm:6.0.1
[10] KULAKLI, Emrah, “İdari Yargının Görevli Olduğu Kamulaştırmasız El Atma Davalarında Taşınmazın Tescili Sorunu” Medipol Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi 2 (1) Bahar 2015 s.186-187
[11]GİRİTLİ, İsmet /BİLGEN,Pertev /AKGÜNER,Tayfun /BERK, Kahraman, İdare Hukuku, Der Yayınları, 4.Baskı, İstanbul, 2011. s.925.
[12]Yargıtay Hukuk Genel Kurulu T. 15.12.2010, E. 2010/5-662, K. 2010/651 sayılı kararı –Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı Sürüm:6.0.1
[13] AKBULUT, Emre, “Kamulaştırmadan Kaynaklanan Tam Yargı Davalarına Danıştay’ın Yaklaşımı ve Alternatif Çözüm Önerisi” Türkiye Adalet Akademisi Dergisi Yıl:5, S:19 Ekim 2014 s.451
[14] T.C. Danistay10.DairesiEsas: 2011/7919Karar: 2013/905 Karar Tarihi:12.02.2013 – Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı Sürüm:6.0.1
[15] AVCI, Mustafa, “Türk Hukukunda Kamulaştırmasız El Atma Sorununa Bir Bakış” İzmir Barosu Dergisi Ocak 2015 s.60
[16] ÇABRİ, Sezer, a.g.m., s. 86
[17]KULAKLI, Emrah, İmar Kısıtlılığı ile Arazi ve Arsa Düzenlemesinden Doğan Taşınmaz Mülkiyeti Kısıtlamaları, İstanbul 2014 (Yayınlanmamış Doktora Tezi), s. 83.
[18]T.C. YARGITAY İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu Esas: 1958/17 Karar: 1959/15 Karar Tarihi: 11.02.1959 Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı Sürüm:6.0.1
[19] ÇABRİ, Sezer, a.g.m., s.86